Pandora etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Pandora etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Kasım 2015 Çarşamba

PANDORA'MIN YENİ CİCİLERİ

Pandora bilekliğime gittiğim yerlerden eklemeler yaptığımı yazmıştım. Hatta AHTAMARA KOLEKSİYONU ismini takmıştım. Önceki yazı için tık tık. Pandora’mın yeni cicilerini sizinle paylaşmak istedim.



Bu sefer telkâri ürünler seçtim. Wikipedia tanımına göre;

“Telkari, Mardin yöresine ait bir gümüş işleme sanatıdır. Ayrıca Ankara'nın ilçesi olan Beypazarı'nda telkari sanatı geliştirilerek, altın ve gümüş takıda değişik süsleme ve desenlerle günümüze kadar getirilmiştir. Halen Beypazarı'nda 80 ila 120 arasında bu işi yapan atölye vardır. Beypazarı halkı telkari el sanatını daha işlevsel bir duruma getirmiştir. Telkari ince gümüş tellerin birleştirilmesiyle yapılmaktadır.

Bu işlem türü çok eski olup, milattan önce 3000'lere dayanmaktadır. Ortadoğu'da ortaya çıkmıştır. Dönem dönem geniş uygulama alanları bulmuştur. Orta çağda Barok dönemde 800'lerin sonu 900'lerin başı arasına Sicilya ve Venedik'te kullanılmıştır.”

Ne güzel sanatlarımız var değil mi, böyle yeteneklerim olsaydı keşke… Bu sefer daha önceki yazımda da bahsettiğim ters lale motifi ile son zamanlarda çokça rastladığımız Fadime Ananın Eli veya Hamsanın Eli motifini seçtim bilekliğime eklenmesi için.

Hikayeleri araştırdığımda ise öyle güzellikler içinde buluyorum ki kendimi işte o zaman sadece takı olmaktan çıkıp anlamlanıyorlar, buyurun Ağlayan Gelin ve Fatima modellerimin (dikkat charmları bu isimle aramayın tamamen ben uydurdum) hikayelerine;


Fritillaria ilmperialis veya Ters Lale, ülkemizde genellikle soğuk iklimlerde doğal olarak yetişen endemik bir bitki türü, çok soğuklarda yaprakları donabiliyor ancak bu yapraklar güneşi görmesiyle birlikte yeniden gelişmeye ve büyümeye devam ediyorlarmış. Türkiye'de ağlayan gelin olarak da adlandırılan bu bitkinin çiçeği değişik renklerde ve lalenin tersine yere doğru bakarlar. 

Yabani formları genellikle turuncu veya kırmızı renklerdedir. Özellikle kırmızısı ile kandamlalarını temsil ettiği düşünülüyor, Hristiyanlıkta İsa’nın çarmıha gerilişinde boynunun bükülmesi ile benzeşen şekli sebebi ile kutsal sayılmaktaymış. 

Bu arada Selimiye Camii’nde işli bir ters Lale motifi olduğunu da bu araştırmalar sırasında öğrendim. Bunun sebebinin ise camiinin yapıldığı yerde bulunan lale bahçesini temsil etmesi olduğu rivayetler arasında.

Yunan mitolojisinden semavi dinlere kadar birçok efsaneye konu olmuş, adına şiirler yazılmış ve Van Gogh ve Jan Brueghel gibi dünyaca ünlü sanatçıların fırçalarında hayat bulmuş bu eşsiz bitki boşuna takı ve işleme figürü olarak kullanılmamış yani. Özellikle Van Gogh’un resmi beni hiç bu gözle bakmamış oluğum için şaşırttı.



Jan Brueghel the Elder, Great Bouquet, 1603

Van Gogh, Imperial crowns in a brass vase, 1886


Fatma’nın Eli ise yaklaşık 3000 yıldır Anadolu’da ve Ortadoğu’daki kültürlerde kullanılan bir uğur, bereket, şans ve mutluluk sembolü. Aslında bu semboller Mısır’da da kullanılmaktaymış ve yaklaşık bu sembollerin tarihi 4000 yıl önceye gitmekte olduğu da bazı kaynaklarda var. Bu sembolle ilgili değişik kaynaklardan derlediklerim ise şöyle;

Genellikle ‘Fatma’nın Eli’ olarak bilinse de Araplar arasında ‘Hamse Eli‘ diye anılır. Hamse, beş demektir ve bir elin parmak sayısını gösterir. Yahudi kültürüne göre bu 5 parmak Torah'ın 5 kitabını sembolize eder. Elin sağ ve sol parmakları yanlara dönüktür. Diğer 3 parmaksa dikeydir. Hamsa'nın tıpkı nazarlık gibi şeytanı uzak tuttuğuna inanılır. Ağırlıklı olarak açık mavi rengindedir.
3 din için de muska anlamı taşıdığı, nazardan koruduğu ve Paganlar için de bereket sembolü olduğuna dair inanışlar var. Aynı zamanda Kabalistik bir sembol de olan Hamsa’ya, Yahudi sanatında birçok dalda rastlayabiliriz. İslam kültürüne göre ise; 5 parmak İslam’ın 5 şartını ve 5 duyuyu temsil eder
Hindu’lar ‘Humsa Eli’, Museviler ise ‘Hameş Eli’ veya ‘Miryam’ın Eli’ adını vermişlerdir. Bazı kültürlerde yukarıya dönük, bazı kültürlerde aşağıya dönük el şeklinde bulunmaktadır. İslam ve Musevilik’te yer alan bu ortak sembolün gücüne günümüzde de halen geniş bir coğrafyada inanılmaktadır
Elin ortasındaki Mısır geleneğinden kalma Horus’un gözü, ya da “her şeyi gören gözün” olması durumunda şans getireceğine ve nazarı uzaklaştıracağına, kem gözlerden insanları sakınacağına inanılırdı. Elin ortasındaki 3 balık olması ise bereket sembolüdür. Genellikle elin çeşitli taraflarına kimi dualar da yazılırdı.


İslam kültüründe “Fatıma Eli” diye bilinen figürün Yahudi kültüründe de “Abla Meryem’in Eli” (Sister of Moshe Rabenu) diye bilinir. Meryem (Miryam), Hz. Musa'nın ablasıdır.
Eski Türk‘lerde de Umay Ana‘nın elidir. Umay Ana sıkıntıda ve doğum yapmakta olan kadınlara yardım eder.
Fatıma‘nın eli, birçok kültürde, kapılara çizilir. Endülüs‘teki Elhamra Sarayı‘nın girişindeki büyük taş el bir tılsımdır ve en güzel örneklerdendir.

Sadece sembolik olarak değil içsel bir inanışla Anadolu’da kadınlarımız yemek pişirirken, ”Fatma’nın Eli”yle yaptıklarına niyet ederler ki yemekleri lezzetli olsun. Anneler karnı ağrıyan çocuğuna, ”Fatma’nın Eli” ile dokunurlar ki, yavrularını şifalandırsınlar.


Fatıma'ya yönelik anlatılan mit ise şöyledir:

"Tanrı kâinatı yarattığında, daha siyah parçaları yokken, yer ve gök su iken, Kandilde bir Nur parladı. Bu nur’un içinde bir kadın gözüktü. Başında bir Taç, 2 kulağında 2 Küpe, belinde de bir Kemer vardı. Cebrail Nur içinde Kadın’ı görünce şaşkınlığa düştü. Hakk’a niyaz etti, kim olduğunu bilmek istedi.

Hakk’tan bir nida geldi; dedi: “Ey Cibril, O, Cennetin Seyyidesi Fatıma-tüz Zehra’dır.”

Cibril sual etti: “Ey Tanrım, ne kadar güzeldir.”

Tanrı buyurdu: “Biz O’nu nur âlâ nur’dan yarattık.”

Cibril sual etti: “Ya Rab, başındaki nedir?”

Tanrı buyurdu: “Başındaki Taç, Tac-ı Devlettir ki bu Muhammed Mustafa’dır.”

Cibril, belindekini sual eyledi.

Hakk buyurdu: “Ya Cibril, belindeki de Kemer olup, Fatıma’nın helâli olan Ali’dir.”

Cibril sual etti: “Kulaklarındaki nedir?”

Hakk buyurdu: “Şebber-ü Şübber (Hasan ve Hüseyin) Cennetin Efendileri.”

Bu mistik anlatımda Fatıma, başında tâcıyla bir kraliçe olarak tanımlanır. Nasıl ki Meryem Ana’ya cennetin kraliçesi denir, aynı şekilde Hz. Muhammed de Fatıma’nın cennet kadınlarının efendisi olduğunu söyler.

Tüm bunları okurken Annemarie Schimmel’in "Tanrı'nın Yeryüzündeki İşaretleri" adlı kitabını okumam gerektiğine karar verdim, hatta bir an önce bulup almak için sabırsızlanıyorum.



Şimdi kolumda asılı duran bu güzelliklere baktıkça bunlar aklıma geliyor. Bakalım daha Pandora’ma neler eklenecek, ne güzellikler ve ne hikayeler…




14 Ağustos 2015 Cuma

PANDORA AHTAMARA KOLEKSİYONU :))


Sakın herhangi bir Pandora satış noktasında aramayın. Çünkü böyle bir koleksiyon yok. Tamamen benim uydurmam... :) 

Pandora bilekliğim benim için çok kıymetlidir. Güzel kuzumun anneler günü hediyesi. Ayrıca tatlı ve yaşam enerjisi çok yüksek bir arkadaşımdan dinlediğim hikayelerden dolayı hep mistik bir havası var Pandora bilekliklerin hayatımda.

Kişiselleştirme ve biriktirme huylarımı da bununla harmanlarsanız tam benlik...
Bilenler bilir işim sebebi ile çok geziyorum. Bu ülkenin güzellikleri ile sürekli karşı karşıyayım yani... Van seyahatimde gümüşçüleri görmezsem olmaz dedim. Biraz incik boncuk bakayım, içim açılsın diyerek daldım rengarenk vitrinlerden içeri. Harika motifler, taşlar, Van'a özel savat işleri bkz. ekşi sözlük/ mert dayanır kısacası cennet. Ne alacağımı şaşırdım tabi. Deli kızın bohçası modeli ile her yerime bir şeyler takarak gezerim ama sınırı var (hala sınırı olduğunu düşünmem de ürkütücü) tabi ki...




Van bölgesinde takı işçiliği 3000 yıl öncesine dayanmaktaymış. Urartu döneminin zevki, Osmanlının ihtişamı, kadının gücü bana daha ne gerek... İki teknikle yapılmış takıları çoğunlukla görüyorsunuz; Bunlardan biri granüle tekniği; (işte kadının gücü burada çıkıyor karşımıza)



"Urartu medeniyetinde Kral, ailesi, bürokrat kesim ve bu kesime yakın olan çevreler Urartu medeniyetinin en değerli takılarını kullanmaktaydılar. Kraliyet işçiliği olarak bilinen granüle ( güverse ) tekniği ve ham madde olarak altın ve gümüşü tercih etmişlerdir.  Halk kesimi ise gümüş ve bronz ham maddesi kullanıp, granüle işçiliğine oranla daha kaba takılar kullanmışlardır. Urartu medeniyetinde yaygın olan hediye geleneği takı tasarımının ve üretiminin gelişmesinde ki en büyük etkenlerden birisiydi. Her ne kadar erkeklerin yönettiği bir krallık olsa bile Urartu medeniyetinin kurucusu olan Semiramis ve kralların eşlerinin yönetimde ki büyük etkisi de Urartu medeniyetinin mücevher ve takı işleme sanatlarını geliştirmesi açısından büyük rol oynamışlardır. "

diğeri ise savat;

"Savat ın kelime anlamı kara demektir. Savat gümüş, bakır, kurşun ve kükürtten elde edilen bir alaşımdır. Gümüşün çelik uçlarla üzerine şekiller çizerek savat alaşımının 450 derecede eritilerek üzerine işlenmesi ile yapılmaktadır. Savat işçiliğinin en önemli özelliği yıllar boyunca hiç bir şekilde deforme olmamasıdır.

Dünya tarihinde ilk olarak Roma imparatorluğu tarafından kullanılmış olsa da yoğun olarak Osmanlı İmparatorluğu zamanında Ermeni ustalar tarafından geliştirilmiştir.”


Tüm modellerinde anlamı var, hepsi bir takım sembolleri ifade ediyor. İşte bana kişiselleştirme de son nokta. Elimi attığım ilk sembol Kibele veya Arubani; bereket tanrıçası. Süper… şimdi bunu nereye taksak düşüncesi beynimi sarmışken, kolumdaki Pandora bilekliğim çizgi film şişeği şeklinde gözüme pırıldayıverdi. İşte Bereket sembolünün taşınacağı yer bulundu. Benim Arubanim bilekliğime yerleşince, savat işçiliği ile işlenmiş bir de ters lale Van gezilerimi sembolize etmeli dedim. Gezdiğim yerlerden hatıralar yavaş yavaş Pandora’mda ki yerini alacak ve yavaş yavaş koleksiyon tamamlanacak.



İşte Van’da başlayan bu koleksiyona da yine oralardan bir isim yakışır diye düşündüm ve Pandora AhTamara Koleksiyonu (by özlem) adını vermeye karar verdim. AhTamara, yani şimdi Akdamar adası ve kilisesinin güzel efsanesinin derinliklerinde kaybolurken kolekiyonumun yeni parçalarının bu kadar güzel hikayeleri olmasını diliyorum:

“Çok eskiden Van’da bir Keşiş yaşamaktaymış. Bu keşiş’in dünyalar güzeli bir kızı varmış. Kız o kadar güzelmiş ki, O’nu bir gören bin gönülden vurulurmuş. Bu güzel kızın ismi de “Tamara” imiş. 
Bütün Vanlı delikanlılar Tamara’nın peşinde dolana dursunlar, Tamara gönlünü yiğit mi yiğit, yakışıklı mı yakışıklı bir Türk gencine kaptırmış. İki sevgili gizli gizli buluşurlarmış. Bu buluşmalar bir süre devam etmiş. Sonunda iki gencin aşkını Van’da duymayan kalmamış. 
Keşiş, kızını bu sevdadan vazgeçirmek için ne kadar uğraşırsa uğraşsın başaramamış. Tek çare, kızını Van’dan uzaklaştırmakmış. 

Van Gölü’nün en büyük adası olan Akdamar Adası’nda bir kilise yaptırıp, kalan ömrünü kızıyla beraber bu adada geçirmeye karar vermiş.
Seven iki kalbi birbirinden ayırmak mümkün mü? Tamara ile Türk gencinin aşkları o kadar yüce, o kadar engel tanımazmış ki... Keşiş’in Tamara’yı Ada’ya hapsetmesi de fayda vermemiş. İki genç, anlaşmışlar. Delikanlı, her gece kıyıdan yüzerek Ada’ya çıkacak, bu arada Tamara da sevgilisine adayı bulabilmesi için fenerle işaret verecek, O’na yardımcı olacakmış. 
Dedikleri gibi yapmışlar. Delikanlı, yaz dememiş, kış dememiş, fırtınaya, dalgaya aldırmamış, her gece yüzerek Ada’ya çıkarmış. Sabaha kadar Tamara ile birlikte olurlar, Gün ışımadan da tekrar yüzerek geri dönermiş. 



Bir zaman sonra Keşiş, iki gencin buluştuklarını öğrenmiş. Bir gece, kızın bıraktığı işaret fenerinin yerini değiştirmiş. Feneri, keskin ve sivri kayalıkların bulunduğu bir tarafa bırakmış. Tamara da Delikanlı da kurulan tuzaktan habersiz havanın kararmasını ve kavuşma anını bekliyorlarmış, 
Delikanlı her zaman olduğu gibi yine kıyıdan suya girmiş, Ada’dan görünen ışığa doğru yüzmeye başlamış. Şanssızlık bu ya, o gece, hem çok karanlık, göl de aşırı dalgalıymış. Delikanlı yüzmüş, yüzmüş, yüzmüş... Kollarında derman tükenmiş. Işığa doğru yüzdükçe ışık uzaklaşmış sanki. Dalgalar daha da kudurmuş. Kuvvetli bir dalga, gücü tükenen delikanlıyı yükselttiği gibi sivri ve keskin kayalara çarpmış. Her tarafı parça parça olan delikanlının, gölün karanlık sularına gömülürken : “Ah Tamara, Ah Tamara!...” feryatları, kayalıklardan yankılanarak Tamara’ya kadar ulaşmış. Artık Tamara’ya dur olur mu? O da gözünü kırpmadan kendisini azgın dalgaların kucağına bırakmış ve kaybolmuş. Böylece, yaşarken bir araya gelmeleri engellenen iki genç, Van Gölü’nün lacivert sularının derinliklerinde kavuşmuşlar .”







Özel Not: Bu yazıyı yazmaya çalışırken Van’da önünden geçtiğim binasına bayıldığım Atasoy Gümüş'ü keşfettim, internet sitelerinden alıntılar yaptım. Bir dahaki seyahatte çalışmaya sabah altıda başlayıp işleri bitirip burayı uzun uzun gezmek istiyorum.  Atasoy Gümüş takılarını online almak için tık tık… ben bu hikayelere mutlaka elimi dokunmalıyım derseniz tarif için tık tık…