26 Ağustos 2015 Çarşamba



Diyarbakır, Sülüklü Han, Cemal SÜREYYA

"İki çay söylemiştik orda, biri açık, keşke yalnız bunun için sevseydim seni."

20 Ağustos 2015 Perşembe

17 Ağustos 2015 Pazartesi



                               



Haddimden Bildiriyorum, Cengiz AYDIN

"Okumak en şık küfretme biçimidir... Sakın susma!"


14 Ağustos 2015 Cuma

PANDORA AHTAMARA KOLEKSİYONU :))


Sakın herhangi bir Pandora satış noktasında aramayın. Çünkü böyle bir koleksiyon yok. Tamamen benim uydurmam... :) 

Pandora bilekliğim benim için çok kıymetlidir. Güzel kuzumun anneler günü hediyesi. Ayrıca tatlı ve yaşam enerjisi çok yüksek bir arkadaşımdan dinlediğim hikayelerden dolayı hep mistik bir havası var Pandora bilekliklerin hayatımda.

Kişiselleştirme ve biriktirme huylarımı da bununla harmanlarsanız tam benlik...
Bilenler bilir işim sebebi ile çok geziyorum. Bu ülkenin güzellikleri ile sürekli karşı karşıyayım yani... Van seyahatimde gümüşçüleri görmezsem olmaz dedim. Biraz incik boncuk bakayım, içim açılsın diyerek daldım rengarenk vitrinlerden içeri. Harika motifler, taşlar, Van'a özel savat işleri bkz. ekşi sözlük/ mert dayanır kısacası cennet. Ne alacağımı şaşırdım tabi. Deli kızın bohçası modeli ile her yerime bir şeyler takarak gezerim ama sınırı var (hala sınırı olduğunu düşünmem de ürkütücü) tabi ki...




Van bölgesinde takı işçiliği 3000 yıl öncesine dayanmaktaymış. Urartu döneminin zevki, Osmanlının ihtişamı, kadının gücü bana daha ne gerek... İki teknikle yapılmış takıları çoğunlukla görüyorsunuz; Bunlardan biri granüle tekniği; (işte kadının gücü burada çıkıyor karşımıza)



"Urartu medeniyetinde Kral, ailesi, bürokrat kesim ve bu kesime yakın olan çevreler Urartu medeniyetinin en değerli takılarını kullanmaktaydılar. Kraliyet işçiliği olarak bilinen granüle ( güverse ) tekniği ve ham madde olarak altın ve gümüşü tercih etmişlerdir.  Halk kesimi ise gümüş ve bronz ham maddesi kullanıp, granüle işçiliğine oranla daha kaba takılar kullanmışlardır. Urartu medeniyetinde yaygın olan hediye geleneği takı tasarımının ve üretiminin gelişmesinde ki en büyük etkenlerden birisiydi. Her ne kadar erkeklerin yönettiği bir krallık olsa bile Urartu medeniyetinin kurucusu olan Semiramis ve kralların eşlerinin yönetimde ki büyük etkisi de Urartu medeniyetinin mücevher ve takı işleme sanatlarını geliştirmesi açısından büyük rol oynamışlardır. "

diğeri ise savat;

"Savat ın kelime anlamı kara demektir. Savat gümüş, bakır, kurşun ve kükürtten elde edilen bir alaşımdır. Gümüşün çelik uçlarla üzerine şekiller çizerek savat alaşımının 450 derecede eritilerek üzerine işlenmesi ile yapılmaktadır. Savat işçiliğinin en önemli özelliği yıllar boyunca hiç bir şekilde deforme olmamasıdır.

Dünya tarihinde ilk olarak Roma imparatorluğu tarafından kullanılmış olsa da yoğun olarak Osmanlı İmparatorluğu zamanında Ermeni ustalar tarafından geliştirilmiştir.”


Tüm modellerinde anlamı var, hepsi bir takım sembolleri ifade ediyor. İşte bana kişiselleştirme de son nokta. Elimi attığım ilk sembol Kibele veya Arubani; bereket tanrıçası. Süper… şimdi bunu nereye taksak düşüncesi beynimi sarmışken, kolumdaki Pandora bilekliğim çizgi film şişeği şeklinde gözüme pırıldayıverdi. İşte Bereket sembolünün taşınacağı yer bulundu. Benim Arubanim bilekliğime yerleşince, savat işçiliği ile işlenmiş bir de ters lale Van gezilerimi sembolize etmeli dedim. Gezdiğim yerlerden hatıralar yavaş yavaş Pandora’mda ki yerini alacak ve yavaş yavaş koleksiyon tamamlanacak.



İşte Van’da başlayan bu koleksiyona da yine oralardan bir isim yakışır diye düşündüm ve Pandora AhTamara Koleksiyonu (by özlem) adını vermeye karar verdim. AhTamara, yani şimdi Akdamar adası ve kilisesinin güzel efsanesinin derinliklerinde kaybolurken kolekiyonumun yeni parçalarının bu kadar güzel hikayeleri olmasını diliyorum:

“Çok eskiden Van’da bir Keşiş yaşamaktaymış. Bu keşiş’in dünyalar güzeli bir kızı varmış. Kız o kadar güzelmiş ki, O’nu bir gören bin gönülden vurulurmuş. Bu güzel kızın ismi de “Tamara” imiş. 
Bütün Vanlı delikanlılar Tamara’nın peşinde dolana dursunlar, Tamara gönlünü yiğit mi yiğit, yakışıklı mı yakışıklı bir Türk gencine kaptırmış. İki sevgili gizli gizli buluşurlarmış. Bu buluşmalar bir süre devam etmiş. Sonunda iki gencin aşkını Van’da duymayan kalmamış. 
Keşiş, kızını bu sevdadan vazgeçirmek için ne kadar uğraşırsa uğraşsın başaramamış. Tek çare, kızını Van’dan uzaklaştırmakmış. 

Van Gölü’nün en büyük adası olan Akdamar Adası’nda bir kilise yaptırıp, kalan ömrünü kızıyla beraber bu adada geçirmeye karar vermiş.
Seven iki kalbi birbirinden ayırmak mümkün mü? Tamara ile Türk gencinin aşkları o kadar yüce, o kadar engel tanımazmış ki... Keşiş’in Tamara’yı Ada’ya hapsetmesi de fayda vermemiş. İki genç, anlaşmışlar. Delikanlı, her gece kıyıdan yüzerek Ada’ya çıkacak, bu arada Tamara da sevgilisine adayı bulabilmesi için fenerle işaret verecek, O’na yardımcı olacakmış. 
Dedikleri gibi yapmışlar. Delikanlı, yaz dememiş, kış dememiş, fırtınaya, dalgaya aldırmamış, her gece yüzerek Ada’ya çıkarmış. Sabaha kadar Tamara ile birlikte olurlar, Gün ışımadan da tekrar yüzerek geri dönermiş. 



Bir zaman sonra Keşiş, iki gencin buluştuklarını öğrenmiş. Bir gece, kızın bıraktığı işaret fenerinin yerini değiştirmiş. Feneri, keskin ve sivri kayalıkların bulunduğu bir tarafa bırakmış. Tamara da Delikanlı da kurulan tuzaktan habersiz havanın kararmasını ve kavuşma anını bekliyorlarmış, 
Delikanlı her zaman olduğu gibi yine kıyıdan suya girmiş, Ada’dan görünen ışığa doğru yüzmeye başlamış. Şanssızlık bu ya, o gece, hem çok karanlık, göl de aşırı dalgalıymış. Delikanlı yüzmüş, yüzmüş, yüzmüş... Kollarında derman tükenmiş. Işığa doğru yüzdükçe ışık uzaklaşmış sanki. Dalgalar daha da kudurmuş. Kuvvetli bir dalga, gücü tükenen delikanlıyı yükselttiği gibi sivri ve keskin kayalara çarpmış. Her tarafı parça parça olan delikanlının, gölün karanlık sularına gömülürken : “Ah Tamara, Ah Tamara!...” feryatları, kayalıklardan yankılanarak Tamara’ya kadar ulaşmış. Artık Tamara’ya dur olur mu? O da gözünü kırpmadan kendisini azgın dalgaların kucağına bırakmış ve kaybolmuş. Böylece, yaşarken bir araya gelmeleri engellenen iki genç, Van Gölü’nün lacivert sularının derinliklerinde kavuşmuşlar .”







Özel Not: Bu yazıyı yazmaya çalışırken Van’da önünden geçtiğim binasına bayıldığım Atasoy Gümüş'ü keşfettim, internet sitelerinden alıntılar yaptım. Bir dahaki seyahatte çalışmaya sabah altıda başlayıp işleri bitirip burayı uzun uzun gezmek istiyorum.  Atasoy Gümüş takılarını online almak için tık tık… ben bu hikayelere mutlaka elimi dokunmalıyım derseniz tarif için tık tık… 







8 Ağustos 2015 Cumartesi




Hayat, mavin eksildi, bulutların arasından mavileri toplayıp Akdeniz'in koynuna sevgiyle koyulaştırmaya gidiyorum.  Güneşin sarısından biraz çalıp, hala büyümediğim günlerde tadını çıkaramadığım oyunları bir kez daha oynamaya gidiyorum. Kafanı kaldır, uçağın kanadına bağladığım uçan balonu göreceksin. Balonum daha yükseklere çıksın istiyorum. Ama yükseklere çıktığında ben de onunla olayım istiyorum. Ölmüyorum, sadece uçuyorum. Sadece gidiyorum.

7 Ağustos 2015 Cuma

Hayat artık sepia tonlarında... sadece benim için değil elbette. Ama biz küçük şeylerle mutlu olmayı biliriz be ruhum. Kuru kalemle boyamayı, sulu boya ile renkleri karıştırmayı biliriz. Bu renklerle gezeriz o gün. Bir elinden sen tutarsın bir elinden ben. Bir gün pembe olur halimiz, bir gün mavi. İşte bu; "HAYAT ve BEN HALLERİ..."